5 Kasım 2013 Salı

UNUTMADAN

Bugün okuldan eve geldim, Naze, Aysun ablamız, anane, Boran evdelerdi ben geldiğimde. Ne güzel ki bugün de eve girişimi tezahüratlarla karşıladı kızancıklarım. Doğruca banyoya gittim, geçerken ahalinin halini hatırını sordum, Boran da Mama Mamaaa (anne demek) diyerek arkamdan geldi ördek yavrusu gibi:)) Borancığım sen naaptın bugün, iyi misin?, dedim. Cevap geldi: İYİİİ. Heyyytt be, büyümüş te İYYİİİ dermiş

13 Eylül 2013 Cuma

ah ah blogcuğum, hangi birini anlatayım. çocuklar yatarlarsa yarım saat içinde yazacağım. yok yazmadıysam anla ki sızıvermişim, onlar ayakta:))

8 Eylül 2013 Pazar

YARIN BÜYÜK GÜN HERHALDE

Heyecanlı değilmiş.

1 Haziran 2013 Cumartesi

Kızıma, Oğluma

Bugün 31 Mayıs 2013 cumaydı. Siz derin ve tatlı uykularınızdasınız. İstanbul mahşer yeri. Bir ağaç öldü bir millet uyandı demişti Nazım Hikmet. Biz sizi bekliyoruz evimizde ama dostlar sokakta ağaçları, hürriyeti ve onurumuzu korumak için direniyorlar. Merak ederseniz, tarihe açar bakarsınız büyüyünce.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Çığlık!

bir kaç haftadır oğlum her şeye çığlık atıyor. İletişim biçimi bu! Ama ben bugün aksi gibi öyle yorgunum ki, başım çok ağırıyor yahu...Bak yine başladı... Adamın ağzı şakır şakır diş dolu, yarısı çıkmış, yarısı çıkıyor, böyle minik çakıl taşları... Belki ondandır... Oğlum

2 Mayıs 2013 Perşembe

Mahalleden arkadaşlar!!!!

Ben küçüklüğümü çok neşeli, yemyeşil, üzüm bağları, meyve ağaçları olan bir sokakta geçirdim. Herkesin birbirini tanımaktan öte hakikaten eş- dost olduğu Bahar sokakta. Sokak bitip te öyle pek te caddeye benzemeyn caddeden karşıya geçince okulum vardı. Ha gittiğim anaokuluna gitmek için karşıya geçmek te gerekmezdi. Şöyle sağa kıvrıldınmı oradaydı. Zengin- fakir hepimiz aynı okula giderdik. Biz orta halliydik sanırsam:))) annem babam öğretmendi. Okula da mahalleden arkadaşlarla giderdik, en çok Funda ve kardeşi Fulya yı severdim, ne yalan söyleyim. Sonra aynı bahçeye neredeyse kardeşlerim olacak kadar sevdiğim Evren'le, Elif'te taşındılar. Babam Fulya'yı bebekken kucağına alır onların balkondan, bizim eve getirirdi. Abimin arkadaşları vardı bir de, tozu dumana katarlardı mahallede. Çocukluk anılarımı yazsam ne romanlar çıkar. Alt komşumuzun oğlu şimdilerde bildiğin fantezi şarkıcısı olmuş, bela bir tipti çok, herkesi hırpalardı o zamanlar. Gözüm döndüğü bir gün çöp konteynırına atmıştım bisikletin üstünden kendilerini. O olduydu daha da bulaşmadı bana. Yine de severdim, pek çok. Çok cici bir kızkardeşi vardı bir de. Ah be ne güzelmiş, oyuna kanamadığımız günler ekmek arası yerdik sokakta,peynirli. Peyniri bakkal Ulvi Amca'dan alırdı babam, bazen abimi gönderirlerdi markete. Çarşı çok yakındı zaten, Abi'm bir gün tüpçünün ondülin çatısı kırılıp ta içinde mahsur kalınca deponun, çarşıya ben bile gitmiştim gizlice,tüpçü Nasuh amcayı çağırmaya. Akşama doğru mutfakların açık kapılarından kızartma kokuları gelirdi yazın, en güzel patlıcan kızartmayı Saime teyzem yapardı, reçeli de. Belki diğerlerininki de güzeldi ama O koktu diye bize 1. Katın mutfak penceresinden tattırırdı. Bu yaşıma geldim, yemek ustalık alanım oldu o patlıcan kızartmayı nasıl yapıyordu acaba diye her patlıcan kızartışımda düşünürüm. Kulakları çınlasın. Ebru'm vardı bir de benden birkaç yaş küçük, nedendir bilinmez mahallede onu kurban seçmişti çocuklar, acımaz, merhamet etmez, almazlardı onu aralarına, itiraf ediyorum ki benim de zaman zaman bu sürü psikolojisine kapıldığım anlar olmuştur. Yıllaaarrr sonra bir gün karşılaştığımızda ona gereksiz miktarda ve çok gereksiz sıkılıkta sarıldığımı düşünürken O da aynı biçimde karşılık verince nedense affedildiğimi düşünmüştüm, koskoca kadındık ikimiz de ve benim gözyaşlarım içime akmıştı. Kim bilir belki de bana zaten hiç gönül koymamıştı. Yıllar çocukluğumuzdan daha fena davranmıştı O' na belki de ondandır hüznüm. Ya işte böyle, biz hayatı öylece kendi devinimimiz içinde öğrenmiştik,içimizde çizikler de açtı, dizimizde yaralar da, dudağımızda patlaklar da. Şimdiki gelişimcilerin ebeveyn kontrolsüz oyunlar dediği, o zamanlar bizim kurduğumuz oyunların ta kendisiydi. Ağaçlardan aşırdığımız meyvelerle, bağdan yürüttüğümüz salkımlarla -ya da biz öyle sanırdık, çoğuna göz yummuştur komşularımız ki hasat mevsimi sepet sepet önümüze koyarlardı- öğün yapardık. Sadece hamken topladıklarımızın yerine azar yerdik. İşte bu yüzden Naze elinde bir avuç ham erikle geldiğinde eve geçen gün,ona hiç kızmadım. Öyle şaşkındı ki, ağaçtan yenilebilir bir şey kopardığı için. Bebek gibi baktı o minnacık mor eriklere, yıkadı, bir kutuya koydu, 18 tane kalana kadar yedi, 18 tanesini okuldaki arkadaşlarına ayırmış:)) Ertesi gün bir arkadaşı erketeye yattı, Naze iki cep daha topladı ağaçtan, gördüm pencereden, öyle soluksuz koşturdu işini bitirince,vallahi korktu. Ben de korktum, bilirim cebindekinin yerine azar yemenin acısını. Eve gelince ham onlar daha,yazık dedim, hiii nerden gördün dedi, anneler görür dedim:))) bizi de herkes görürdü zaar:)) Boran'ı parka götürdüğüm bir gün gördüm ki ağacın alt dallarında erik falan kalmamış. Sitenin bütün çocukları dalmışlar zaten kimse görmeden!!!! Ben bu günleri bir yerlerden hatırlar gibiyim; yemek yer yemez uyumaları, akşam vakti sokağa çağırmak için kapıya gelen arkadaşları, balkondan aşağıya atılan topları, kızlar arası, oğlanlar-kızlar arası çekişmeleri, peçetenin içine konan börekleri, annene söyledin mi bizde olduğunu demeleri, bu toz kokan üstü başı, okuldan geç çıkan öğlecileri camlarda beklemeleri, ailece dışarı çıkarken beni bahçeden alırsınız demeleri, satıcı arkadaşlara gıcık olmaları, hepsini. Mahalleden arkadaş candır, herkesin olsun.

13 Nisan 2013 Cumartesi

Senden, benden, bizden

Offf biliyorum; çok ihmal ettim ben seni. Tam bugün diyordum adam gibi yazarım, oğlanın 2 ay önceki doomgününü kutlarım burdan, olanları olmayanları anlatırım, haftalardır misafirlerle geçen haftasonlarının ardından boş bir haftasonunun cuma gecesini ayırırım yazmaya ama nerdeeee:))) gece hacıyatmaz gibi 100 kere falan yattım kalktım, oğlanın habire tıkanan burnundan sümük akıtmaktı tüm çabam, neyse gene enerjimi yitirmemiştim, umutluydum hem de. Okuldan çıkınca kızımın yaklaşan doğumgünü için yapacağım pastanın malzemelerini aldım, ardından çarçabuk bir market alışverişi yaptım, gittim kızları aldım okuldan, bahçede öğretmeniyle oturdum Nazenin, lafladık, eve geldik sonra. Pms ağrım vardı azıcık, uzandım, oğlan klasik, elektrik süpürgesinin borusuyla telefonculuk oynuyordu, kız tv ye baktı, ayped de tailor oynadı, oğlan altını kirletti ki bu çok sevindiğimiz bişi, yatamadım yani, bak gene umudum var hayatın bu gününden sana dair:)) e dedim kalkmışkene şu ma manzarayı bozan pisliğini sileyim camların, oldu bayağı, bir kaç ay belki de silinmeyeli, perdeleri aldım makineye tıktım vır vır başladı dönmeye, ağrım var ama olsun, sildim üç beş camı, bu arada oğlan elini çekmeceye sıkıştırdı, kızdı falan ama bozmadım moralimi, 500 kere f alan da gece akmayın ama gündüz de durmayan yeşilimsi sümüklerini sildim, komşunun pitbullu camdan havıl havıl bağırdı bana oğlanın odasının camını silerkene, ay canım falan dedim 1 metrelik mesafeyi atlayıp beni yutabileceğini düşünerekten. Neyse işte, kız bahçeye çıktı, geri geldi ellerini yıkamaya, başka bir köpeği sevmiş te, o yüzden, sonra geri gitti seslendi aşağıdan topumu at dedi, attım, aaa vazgeçmiştim dedi , geri geldi topu verdi gene gitti. Ben de oğlanı mama sandalyesine oturttum, köfte, çorba, salata yaptım, negzel gün beyle diye ikna ettim kendimi ama pms ağrım geri geldi, bayağı geldi hem de, kız eve gelmeye karar verdi, anne omuzuma yakın bir yerde sivilce çıkmış dedi, baktım evet üstü yolunmuş bir kızarıklık var, oğlan mama sandalyesinde arıza çıkarmaya başladığında roka salatasına nar ekşisi dokuyordum, Çorbayi ezene kadar eline kepçe verdim oyalandi yavrucak. Bu arada betim benzim atmaya başlamıştı ağrıdan, evde ağrı kesici de yoktu, tüh dedim. Vır vır dönen makinenin durduğunu farkettim, oğlanı mama sandalyesindeki esaretinden kurtarıp, salona götürdüm, tülü astım, aasarken arıza çıkarmasın diye oğlanı çamaşır sepetine     koydum, ablası sepeti araba yaptı,, sürdü, oğlan da brrşşşş diye sesler çıkararak eğlendi, kız arada

  1. omuzuna yakın yerde ki sivilcesinden ki tam köprücük kemiğinin üstünde, bahsedip durdu, kitaplığın üstünden atladım, bepanthene sürdüm, soğuk dedi kızdı, başım dönmeye başladıydı artık ki kapı çaldı    , kocamcığım gelmiş dedim ve kendimi koltuğa bıraktım ki koltuk çok rahattır, ohhh dedim, çocuklar   O arada babalarına ilgi, ihtimam gösterip, tezahürat ediyorlardı, yani herşekilde asayiş hala berkemaldi. Dedim ki bakın başınızın çaresine ki oğlanı zaten hangi aralıktı bilmem belki de kepçeyle oyalandıiğı vakittir, doyurmuş, üstüne iki gün kurusu kayısıyı şifa niyetine eline tutuşturmuştum. Ben yemek yemeyeceğim dedim, yok dedi sevgili ben sana yemek koyarım, iyi dedimdi ben de. Ki Naze günün konusu sivilceyi babişine gösterdi, kaşınıyor mu dedi, evet dedi Naze, amanın trink jeton düştü beynimin olmadık yerlerinde şangırdadı; soyun bakayım dedim, evet bingooooo, sırtında bir tanecik kızarıklık ve üstünde küçük bir su kabarcığı, aceleyle her yerine baktık, evet bir tane, karı-koca ya da kocakarı baktık birbirimize', göz teması kızdan kaçmadı tabeee, cıngarı kopardı. İşte adrenalin hormonu bu günler içinmiş a dostlar; benim ağrıdan eser kalmadı, zıpkın gibi fırladım yerimden. 10 gün önce istanbulda misafir ettiğimi, ülkelerinde su çiçeği aşısı uygulanmayan Avrupa'nın ta göbeğinden gelen 3 yaşındaki suçiçekli kuzeniyle Naze nin sevgi dolu sarmaşmaları geldi gözümün önüne. Üstelik bu korkudan evimize rahatlıkla girememişti insancıklar, iyi dedik hafif atlatır zaten, aşılı ki ben de istemiyorum aslında bu kadar çok aşı işin doğrusu. Oturduk yemeğimizi yedik, kız yemedi, önümüzdeki hafta okula gidemeyeceğini, partisinin de ertelenebileceğini düşündükçe böğür böğür ağladı yeminle. Ben kasmadım, salgılanan adrenalinime şükür, oğlanın burun ve toto bakımını halledip, babasına kitledim, bir sepet tül ve perdeyi de. Kızı aldım binbir türlü soruya cevap vererek doktora götürdüm kendilerini. Arabayı hastanenin saçma salak otoparkının oralara bir yerlere park ettim, acil kapısından girip çocuk doktoruna gitmek istediğimi söyledim, ilginçtir ki 28 tl muayene ücreti ödedim ki acil girişi ücretsizdir, işte devletimiz bunu ikiye ayırmış, önemli aciller önemsiz aciller olmuş hikaye yane, bi tarafımda değil de zaten, adamı ben konuşturdum, konuşturunca da dinlemem gerekti offf, yukarıda yazdıklarımın hepsini anlat dedi şeytan var ya. Doktor bunun su çiçeği olmadığını , 6. Hastalık olduğunu söyledi, ben de çocukken bunun 5. Sinden öldürdüm, gülümsedim, herif manyak olduğumu düşünmüş olabilir. Ha bu arada çok konuşan göreviyle doktor arasında bizim plakayı anons edip arabayı bulunduğu yerden çekmemi istediler, hayret ya gecenin bir vakti ben oraya girerken ortada olmayan görevliler kızın deyimiyle gitmemizi mi gözetliyorlardı da alaaa alaaa dedi Naze, arabayı labirentimsi otoparklarının içine soktuk, geri döndük yani doktora. Otoparkta bize bakıp durmadan gülümseyen çok şeker bir kadın vardı ama. Nöbetçi eczaneye gittik sonra, pomadımızı aldık, doktorun kabartıdan çok ilgilendiği geniz akıntısı için verdiği ciğer şurubunu da almışız, hay Allah, anlatmaya çalışmıştım üstelik GENİZ akıntısı olduğunu o balgamın ben ve bunun için tek tedavinin burun temizlemek olduğunu, yazmış işte. O arada oğlana 2 tane şampuan kaptım eczanenin kampanyasından. Bir aşama daha kalmıştı, eczanenin önüne park ettiğimiz arabamızın yanındaki taksici ve diğer kimse işte ettiği kavganın bitmesini beklemek. Zira arabaya binemiyorduk. Esnaf ayırdı onları. Eve geldik. Oğlan uyumuştu, kız da pijamalarını giydi, sütünü yaptım, yanına gittim, o da uyumuş. Eczaneden bir de ne aldım biliyormusunuz; Ministry plus. İçtim bir tane, oğlanın burnu gene kapanmıştı ben ilaç içip zıbarma hayalleri kurarkene. Burnunua ilaç sıktım, tabii ki çok sinirlendi, uyudu sonra ben de yazadurdum işte, böyleyken böyleeeeee

1 Şubat 2013 Cuma

BİR MUCİZE

işte oldu o mucize ve ben yazıyorum işte:)) Miniş neredeyse bir yaşına girecek ve şu blogta bir fotosu yok anasını satayım. Yani o mucize bu işte, koyalım bakalım:



İnstagram çıktı mertlik bozuldu da denilebilir aslında, çek yaz pek bir kolay geldi elime, vaktime. Ama işte yazmak lazım değil mi? Aylar boyunca da yazmayınca önceden bir tasarlamak lazım. Ben yaptım mı bunu, hayır. O zaman hem tasarlayıp hem yazalım.

Oğlumuz neredeyse 1 olacak. Tam gaz emekliyor, dur yapma deyince, bir bakıp kikirdiyor, bir kaç kez daha deniyor, ama derinlemesine değil, sonra dönüp k..nı gidiyor zorlamadan.

Aga, bugu, baba, dgı aşamasında bir konuşması var. Elbette şahane çığlık atabiliyor. Ablası gibi yani. Ne istediğini anlıyoruz,.

Nazara gelmesin:)) Ne verirsek yiyor, en çok balık seviyor; evin favorisi lüfer, geçen akşam bir de üstüne somon patlattı ki, iki gündür tok kendileri. Sabahları yunurtasını, peynirini, portakal suyunu, zeytinini, pekmezini eksik etmiyor. Güzellik uykusu öncesi yoğurdu var. A. ablası hepsini sırasıyla veriyor, ben bazen çuvallıyorum. Ya da ben varken daha çok memme emdiğinden olabilir kahvaltıyla olan ilişkisinde baş gösteren sorun. Neyse ki sadece haftasonu böyle oluyor.

Ev ahalisinin aksine pambık gibi bir çocuk. Saçlar neredeyse sarı, hala hastanede karışmış olabileceği varsayımını irdelesek te zaman zaman, dayısına benziyor işte.

Oyunlardan en çok boğuşmacayı seviyor, kazara yere uzandıysak, yavrucuk kaplanlar gibi üsütümüze atlıyor. En çok Naze'ye gülüyor. Neredeyse yerlere yatacak gülmekten ama BOran'ı güldüren Naze'nin sesi çok yüksek oluyor çoğunlukla, kulaklarımıza pamuk tıkıyoruz:)) Ne yapalım.

Altta 2 minik, üstte kazma gibi dört dişi var. Sessiz sedasız çıkardı dişlerini. Huzursuzlandığı bir iki gün var, herhalde o zaman patlamaya çalışıyorlardı. Onun dişleri mi kazma, biz mi kazmayız bilemedim bak şimdi. Ana-babaların en önemli takip konusu dişleri takip edemedik yani:))

Ya bu bebiş tatlı seviyor, ne bilecek değil mi yediğmizin tatlı olduğunu, anlıyor valla. İstiyor, elimizi çekiyor, bağırıyor, elbette çığlık atıyor. E veriyoruz azcıkın, mestttt. Özellikle balıktan sonra, helva yemek istiyor, ehl-i keyif. E biliyorum bebelere şeker vermemek lazım. E tamam kasmayın insanı. Veriyorum işte azıcık ama. Yemekten sonra mızırdanmaya devam ederse su istiyordur, genelde su içmesiyle önlüğünü çıkarması bir oluyor, ama yemeye devam ettiği zamanlar da var. Sevecek sofra işini zaar. MİLOR kılıklı. Anası gibi işte.

Hah, unutmayım; müzik kulağı var. Tempo, ritm tutabiliyor, elleri kafası ve bacakları ile, şap şap doğru yerde alkış tutuyor. Mırıl mırıl kafasını sallayarak şarkı söylüyor kendine. Tabii ki şarkı sözü bilmiyor:)) Abartmayalım, mır mır işte...Ya da müzik dinlemek istediğini belirtiyor  adamım; eller şap şap, kafa ritmik sallanıyorsa, youtube falan açın, ya da kendiniz söyleyin demek oluyor. Geçen gün taklidimi yaptı, çok bozuldum:))Fırına doğru gittiği bir gün -cık cık- demiştim, bir kaç gün sonra fırıma doğru gidip bana -cık cık- dedi zibidi.

Amann işte iki bebeli bir kadın daa ne anlatsın. K..... da darbuka çalıyorum ayaklarımla, dilim dışarda uyuya kalıyorum işte. Demeye gerek var mı? Yazabilmemin tek sebebi sömestre tatili oluşu, ve bizim bu tatilde evden ayrılmak istemeyişimiz. Yani vakit çok şu 9 gün daha:)) Sonra yine koşşşşş.

Kızımcığımla yarın teatral faaliyete gideceğiz. Başbaşa. en çok buna ihtiyacı var sanıyorum. Pazar günü de İstanbul Modern'e aile katılımlı, etkileşimli, müze gezintimiz var. Şu sıralar Devlet Opera ve Balesinin çocuk müzikaline götürmek istiyordum ama AKM yi ortadan kaldırdıkları için tüm sahneler karşıda kalmış, teessürlerimi bildiririm. Ayrıca Beyoğlunu da kendi dötlerine benzettikleri için de ayrıca tebrik ediyorum hökümetimizi. Şapşahane oluyor, sanatsız Beyoğlu olursa tamam, rahatlayacaklar. neyse, burdan daha fazla hönkürmeyeyim, çocukların alanından.

Vallah billah zor ama eğlenceli be iki bebe, yapabilen yapsın, o kadar, bye