15 Mayıs 2013 Çarşamba

Çığlık!

bir kaç haftadır oğlum her şeye çığlık atıyor. İletişim biçimi bu! Ama ben bugün aksi gibi öyle yorgunum ki, başım çok ağırıyor yahu...Bak yine başladı... Adamın ağzı şakır şakır diş dolu, yarısı çıkmış, yarısı çıkıyor, böyle minik çakıl taşları... Belki ondandır... Oğlum

2 Mayıs 2013 Perşembe

Mahalleden arkadaşlar!!!!

Ben küçüklüğümü çok neşeli, yemyeşil, üzüm bağları, meyve ağaçları olan bir sokakta geçirdim. Herkesin birbirini tanımaktan öte hakikaten eş- dost olduğu Bahar sokakta. Sokak bitip te öyle pek te caddeye benzemeyn caddeden karşıya geçince okulum vardı. Ha gittiğim anaokuluna gitmek için karşıya geçmek te gerekmezdi. Şöyle sağa kıvrıldınmı oradaydı. Zengin- fakir hepimiz aynı okula giderdik. Biz orta halliydik sanırsam:))) annem babam öğretmendi. Okula da mahalleden arkadaşlarla giderdik, en çok Funda ve kardeşi Fulya yı severdim, ne yalan söyleyim. Sonra aynı bahçeye neredeyse kardeşlerim olacak kadar sevdiğim Evren'le, Elif'te taşındılar. Babam Fulya'yı bebekken kucağına alır onların balkondan, bizim eve getirirdi. Abimin arkadaşları vardı bir de, tozu dumana katarlardı mahallede. Çocukluk anılarımı yazsam ne romanlar çıkar. Alt komşumuzun oğlu şimdilerde bildiğin fantezi şarkıcısı olmuş, bela bir tipti çok, herkesi hırpalardı o zamanlar. Gözüm döndüğü bir gün çöp konteynırına atmıştım bisikletin üstünden kendilerini. O olduydu daha da bulaşmadı bana. Yine de severdim, pek çok. Çok cici bir kızkardeşi vardı bir de. Ah be ne güzelmiş, oyuna kanamadığımız günler ekmek arası yerdik sokakta,peynirli. Peyniri bakkal Ulvi Amca'dan alırdı babam, bazen abimi gönderirlerdi markete. Çarşı çok yakındı zaten, Abi'm bir gün tüpçünün ondülin çatısı kırılıp ta içinde mahsur kalınca deponun, çarşıya ben bile gitmiştim gizlice,tüpçü Nasuh amcayı çağırmaya. Akşama doğru mutfakların açık kapılarından kızartma kokuları gelirdi yazın, en güzel patlıcan kızartmayı Saime teyzem yapardı, reçeli de. Belki diğerlerininki de güzeldi ama O koktu diye bize 1. Katın mutfak penceresinden tattırırdı. Bu yaşıma geldim, yemek ustalık alanım oldu o patlıcan kızartmayı nasıl yapıyordu acaba diye her patlıcan kızartışımda düşünürüm. Kulakları çınlasın. Ebru'm vardı bir de benden birkaç yaş küçük, nedendir bilinmez mahallede onu kurban seçmişti çocuklar, acımaz, merhamet etmez, almazlardı onu aralarına, itiraf ediyorum ki benim de zaman zaman bu sürü psikolojisine kapıldığım anlar olmuştur. Yıllaaarrr sonra bir gün karşılaştığımızda ona gereksiz miktarda ve çok gereksiz sıkılıkta sarıldığımı düşünürken O da aynı biçimde karşılık verince nedense affedildiğimi düşünmüştüm, koskoca kadındık ikimiz de ve benim gözyaşlarım içime akmıştı. Kim bilir belki de bana zaten hiç gönül koymamıştı. Yıllar çocukluğumuzdan daha fena davranmıştı O' na belki de ondandır hüznüm. Ya işte böyle, biz hayatı öylece kendi devinimimiz içinde öğrenmiştik,içimizde çizikler de açtı, dizimizde yaralar da, dudağımızda patlaklar da. Şimdiki gelişimcilerin ebeveyn kontrolsüz oyunlar dediği, o zamanlar bizim kurduğumuz oyunların ta kendisiydi. Ağaçlardan aşırdığımız meyvelerle, bağdan yürüttüğümüz salkımlarla -ya da biz öyle sanırdık, çoğuna göz yummuştur komşularımız ki hasat mevsimi sepet sepet önümüze koyarlardı- öğün yapardık. Sadece hamken topladıklarımızın yerine azar yerdik. İşte bu yüzden Naze elinde bir avuç ham erikle geldiğinde eve geçen gün,ona hiç kızmadım. Öyle şaşkındı ki, ağaçtan yenilebilir bir şey kopardığı için. Bebek gibi baktı o minnacık mor eriklere, yıkadı, bir kutuya koydu, 18 tane kalana kadar yedi, 18 tanesini okuldaki arkadaşlarına ayırmış:)) Ertesi gün bir arkadaşı erketeye yattı, Naze iki cep daha topladı ağaçtan, gördüm pencereden, öyle soluksuz koşturdu işini bitirince,vallahi korktu. Ben de korktum, bilirim cebindekinin yerine azar yemenin acısını. Eve gelince ham onlar daha,yazık dedim, hiii nerden gördün dedi, anneler görür dedim:))) bizi de herkes görürdü zaar:)) Boran'ı parka götürdüğüm bir gün gördüm ki ağacın alt dallarında erik falan kalmamış. Sitenin bütün çocukları dalmışlar zaten kimse görmeden!!!! Ben bu günleri bir yerlerden hatırlar gibiyim; yemek yer yemez uyumaları, akşam vakti sokağa çağırmak için kapıya gelen arkadaşları, balkondan aşağıya atılan topları, kızlar arası, oğlanlar-kızlar arası çekişmeleri, peçetenin içine konan börekleri, annene söyledin mi bizde olduğunu demeleri, bu toz kokan üstü başı, okuldan geç çıkan öğlecileri camlarda beklemeleri, ailece dışarı çıkarken beni bahçeden alırsınız demeleri, satıcı arkadaşlara gıcık olmaları, hepsini. Mahalleden arkadaş candır, herkesin olsun.